Milletvekili Metiner, Star Açık Görüşe Yazdı

AK Parti Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner, Star Gazetesi Açık Görüş ekinde yayınlanan “Aydın düşmanlığı mı aydın fetişizmi mi?” başlıklı yazısında devletin sanatçılığı konusuna açıklık getirdi. İşte Metiner’in makalesi.
Halkçılığı dillerinden düşürmeyen o sanatçılarımız nedense sırtlarını halka değil devlete ve belediye gibi kurumlara yaslamayı gerekli görüyorlar. Çünkü biliyorlar ki, benimsedikleri sanat anlayışı, o teorik olarak yücelttikleri halkın beğenisine mazhar olamıyor bir türlü.
Madem durduk yere ideolojik-siyasi bir kavga başlattınız. O zaman kendinize yönelik sorulara da, sorgulamalara da açık olmalısınız.
Soruyorum: Siz salt sanat kaygısıyla hareket eden sanatçılar mısınız, yoksa sanatı araçsallaştıran ideolojik gladyatörler misiniz? O buram buram ideoloji ve siyaset kokan tavrınız ikinci yerde durduğunuzu gösteriyor. Kendinizi Che öykünmecisi bir “gerilla” olarak görebilirsiniz, ne diyelim hakkınızdır, ama sanat üzerinden kendinize dokunulmazlık zırhı giydirmenize anlam vermek pek mümkün değil. Madem “devrimci mücadele” nutuklarıyla ve dahası “şehir gerillası” edasıyla Başbakan’a parmak sallamayı marifet biliyorsunuz, o zaman ideolojik zemine kaydırdığınız kavganın sonuçlarına da katlanmalısınız. Bunun asgari şartı, kendinize yönelik eleştirilere de hazır ve açık olduğunuzu göstermenizdir. Nerde? Kendinizi Olimpos dağındaki tanrılar gibi görüyorsunuz. Ne yani, siz zehir zemberek suçlamalarda bulunacaksınız, ama Başbakan kalkıp size üslubunuzla cevap verdiğinde bunu “sanat düşmanlığı”na yoracaksınız, yok öyle yağma! Sizin eleştirileriniz zahiren sanat adına olsa bile gerçekte ve özünde dibine kadar ideolojik-siyasi bir tutuma yaslanıyor. Sizin derdiniz de, kavganız da başka. Sanat iddianız, tamamen bahane.
Sanata yüklediğiniz anlam bütünüyle ideolojik besbelli. Olabilir. Bireysel tercihiniz olarak kalırsa hiç kimsenin itirazı olmaz. Ama bilmelisiniz ki bir belediyenin veya bir hükümetin sizi ideolojik isterlerinizle sırtlanma gibi bir mecburiyeti yok veya sanatınıza koşulsuz arka çıkma zorunluluğu yok.
Devletin tiyatrocuları
Belediyeler de hükümetler de halka aittir. Seçimle gelip seçimle giden bu kurumlar oy aldıkları seçmenlerinin tercihlerini ve taleplerini dikkate almak zorundadırlar. Bu kurumlardan gelebilecek baskılara hep birlikte karşı çıkalım, ama bu kurumlara ideolojik baskı anlamına gelen dayatmalarda bulunmaya da hiç kimsenin hakkı yok.
İşin doğrusu: Belediyelerin de, hükümetlerin de tiyatrolarının olmamasıdır. Bir sanatçının/tiyatrocunun belediyenin veya devletin maaşlı elamanı olmamasıdır. Bir sanatçı “maaşlı memur” olmayı kabul ediyorsa çalıştığı kurumunun taleplerine uygun hareket etmeyi de peşinen kabul ediyor demektir. Memuriyet mantığının gereği budur.
“Sanat, memuriyet mantığını kabul etmez!” diyorsanız, işte o zaman da Başbakan’ın dediği noktaya gelmiş olursunuz. “Bir tek biz anlarız sanattan ve sanat yapıtından, ancak bizim uygun gördüğümüz yapıtlar sahneye konulabilir, başka önerileri sanata yapılmış müdahaleler olarak görür reddederiz!” tarzı kibirli, dışlayıcı, ötekileştirici ve üstenci bir dile yaslanan anlayışınızın kusura bakmayın ama ne sanatın ruhuyla alakası var, ne de memuriyet düzeniyle. Soruyum: Şiirlerini büyük bir hayranlıkla okuduğum Nazım Hikmet, Necip Fazıl’dan daha iyi bir tiyatro yazarı mıdır? Size göre öyle olabilir, başkasına göre değil. Kendinizi yegane sanat otoritesi olarak görüp başka türlü düşünenleri sanattan anlamaz veya aydın düşmanı olarak takdim etmeniz en başta demokrasiden bi-nasip olduğunuz anlamına gelir. Şunu asla unutmayınız ki, kendiniz için ne istiyorsanız başkaları için de onu istemedikçe demokrat olamazsınız.
Doğru oturup doğru konuşalım lütfen... Saf sanat anlayışı, yapıtın özünü esas alır, yapıtın müellifini değil. Eserin sahibi sağda veya solda yer alıyor olabilir, bu hiç bir saf sanatçıyı ilgilendiren bir konu olmaz. Kralcı veya faşist yazarların eserlerinin baş tacı edilmesi, yazarlarının ideolojik-siyasi tercihlerinden dolayı değildir elbet, eserlerin bizatihi edebi veya felsefi değerinden dolayıdır. Eserin edebi/sanatsal değeri yerine başkaca kıstaslar öne çıkartılıyorsa, işte orada kaskatı bir ideolojik-siyasi anlayış hakimiyetini sürdürüyor demektir.
İdeolojik körlük...
Bir aydın, ideolojik körlük içinde olmaz. Dahası, ideolojik gladyatör olarak kendini konumlandırmaz. İdeolojik dogmaları olan bir insan aydın olamaz. Çünkü aydın, kendi doğrularıyla da hesaplaşmasını bilen kişidir. Çünkü aydın, statükodan değil, değişimden yanadır. Bir sanatçı, ideolojik devletin memuru olabilir mi? Bilebildiğim kadarıyla, “Memur sanatçı” olgusu, sanatın saf doğasıyla bağdaşmaz. Hakiki ve saf sanatçı, devletin memuru olmayı içine sindirmez. Devletin maaşlı elemanı olmayı kabul etmez.
Halkçılığı dillerinden düşürmeyen o sanatçılarımız nedense sırtlarını halka değil devlete ve belediye gibi kurumlara yaslamayı gerekli görüyorlar. Çünkü biliyorlar ki, benimsedikleri sanat anlayışı, o teorik olarak yücelttikleri halkın beğenisine mazhar olamıyor bir türlü. Bu ülkenin malum sanatçıları o yüzden kendilerini değil halkı değiştirmek gerektiğine inanıyor. O yüzden ideolojik kaygısı ön planda olan sanatçılar halka tepeden bakmayı marifet biliyorlar. Kendilerini bir terbiyeci önder olarak gören o sanatçılar sırf o yüzden halkın değerlerini temsil ettiklerini gördükleri Başbakanı “ideolojik hasım” olarak hedef tahtasına oturtuyorlar.
Başbakanın söylediğini çarpıtarak sunmalarına ne demeli peki? Başbakan “Devletin tiyatrosu olmamalı, tiyatrolar özelleştirilmeli!” diyor. Sahi, yanlışlık bunun neresinde? “Devletin sanatçısı olmamalı!” diyen Başbakan aslında sanata ve sanatçıya verdiği değeri göstermiş oluyor. O solculuk bahsinde mangalda kül bırakmayan sanatçılar ise nedense Başbakanı “sanat düşmanı” ilan ederek meseleyi yanlış bir mecraya bilerek taşıyorlar. Dedim ya, dertleri başka, amaçları başka bunların diye.
Madem ürettiğiniz bilgiye ve sanat yapıtına güveniyorsunuz, bunun halkta bir karşılığının olduğuna inanıyorsunuz niçin sırtınızı bir ömür boyu devlete veya belediyeye yaslamak gerektiğine inanıyorsunuz? Kendinize güveniyorsanız işte size sonsuz bir özgürlük alanı, buyurun serbest piyasada gösterin kendinizi! Kendinize, yani sanatınıza ve üretiminize güveniyorsanız “Tiyatroların özelleştirilmesi” önerisinden rahatsızlık duymak yerine memnuniyet duymalısınız. Açarsınız tiyatronuzu ve koyarsınız eserlerinizi sahneye... Gerisini izleyicilerinize, yani halka bırakırsınız. Halk beğenirse sizi ihya eder, beğenmezse nisyana terk eder... Halkınızdan korkmayın. Tabii o jakoben ve seçkinci “halka rağmen halk için!” anlayışına dayalı garip bir halkçılık anlayışına sahip değilseniz!
İstanbul Şehir Tiyatroları’nda siyasi otoriteyi temsil eden makam bir yönetmelik değişikliği yoluna gitti diye bu kadar kıyamet kopartmak niye? Varsa ortada bir yanlış, sadece ve yalnızca sanat kaygısıyla önerilerinizi veya itirazlarınızı getirirsiniz olur biter. Buna hemen ideoloji ve siyaset giydirmek niye? Meydanlara dökülüp Chevari gösteriler yapmak niye? Bu mudur sizin sanat anlayışınız veya muhalefet tarzınız? Halkın oylarıyla iktidara gelen belediye yöneticilerinin üstelik halkın paralarıyla finanse edilen tiyatroların yönetiminde, sahneye konulacak eserleri belirleyecek kurullarda hiç mi sözü olmasın istiyorsunuz? Halkın desteğiyle işbaşına gelmiş belediye başkanları veya başbakanlar halkın taleplerine hiç mi hiç kulak vermesinler istiyorsunuz ,öyle mi?
Hiç bir otorite size karışmasın istiyorsanız o zaman otoritenin emrindeki memurlar olmayı kabul etmeyiniz, olsun bitsin! Bu kadar ilkesellik ve dürüstlük niçin size zor geliyor anlamak güç doğrusu...
Tabii ki sanatçılar özel insanlardır. Güzel insanlardır. Buna itirazımız yok. Ama sanatın da sanatçının da kutsallığı yok. Dokunulmaz ve ilişilmez bir zümre değildir sanatçılar veya aydınlar.
Devletin maaşlı aydınları! Ömür boyu kadrolu sanatçıları! Sahi kulağınıza hoş geliyor mu bunlar?
“Sen bizim maaşımızı ver, gerisine zinhar karışma!” anlayışı demokrasilerde kabul edilebilir bir anlayış değildir. Bu anlayışın saf sanatla ilişkisini kuran varsa beri gelsin diyorum.
‘Aydın çarpıtması’
Lafı eğip bükmeden söylüyorum işte: Bu tufeyli bir anlayışın ifadesidir. Bu Kemalizmin rahminde kendine iktidar adacıkları oluşturan solcu anlayışın anti-halkçılığının da bir göstergesidir. Bir zihniyet hesaplaşmasından bahsedilecekse meseleyi doğru koymak gerekir. Kimse olayı başka mecralara çekmesin. “Sanat düşmanlığı” veya “aydın düşmanlığı” gibi suçlamalar, kasıtlı bir çarpıtmanın ta kendisidir.
Başbakan hiç kimseye parmak sallayarak tehditlerde bulunmuyor. Başbakan’ın kabul etmeyeceğini ilan ettiği despot ideolojik zihniyeti görmezlikten gelerek parmak sallama olayını başka mecralara taşıyanlar belli ki içlerindeki kişisel intikam duygularını tatmin etmeye çalışıyorlar. Kendi kişisel intikamlarına ideoloji giydirenlerin iyi niyetinden de, sahici aydın tavrından da söz etmek mümkün müdür?
Gazetelerinde sürmanşetten Başbakan için “Sen önce indir şu parmağını” diyen kaba ve nezaketten yoksun anlayış sahipleri, Başbakan’la generalleri aynı safa koyarak çarpıtma yoluna gitmekten de utanmıyorlar. “Sahtekarlık”, “Çapsızlık” vb düzeysiz suçlamalar üzerinden Başbakan’a yüklenmeyi aydın olmanın bir gereği sayanlar, isterlerse üsluplarına bir baksınlar, kullandıkları kelimelerin çirkinliğine bir baksınlar derim. Bir yandan çarpıtma, öbür yanda kaba ve yaralayıcı bir dil. Dibine kadar kibirli ve saygısız. Çarpıtmak bir aydına yakışmaz. Çirkin söz söylemek, sözün gücüne güvenen bir aydının tavrı olamaz.
Aydın elbette bir taraftır. Aydının tabii ki bir tarafı olmalıdır. Ama aydın ol kişidir ki, karşı tarafı eleştirirken zinhar çarpıtma yoluna tevessül etmez. Kendi kişisel intikam duyguları üzerinden karşısına alıp eleştirdiği kişiyi olduğundan farklı göstermez.
“Aydın düşmanlığı” nitelemesi üzerinden Başbakana ağzı alınmayacak hakaretler yağdıran Ahmet Altan, kendince bir Başbakan portresi çiziyor.
O çizdiği portre, Başbakanın kendisi değil.
Başbakan gerçekliğiyle Altan’ın Başbakan portresi tamamen farklı.
Başbakanın “aydın düşmanlığı” yaptığını söyleyen Altan, aydını değişimin aktörü olarak tanımlıyor. Bravo! Ama bu tanım, Altan’ın arkaladığı o sanatçı aydınların anlayışlarıyla uyuşuyor mu peki?
Başbakan sahiden değişim isteyen sanatçı aydınları mı karşısına alıyor, yoksa statükonun muhafızlığı rolüne soyunmuş ve devletin kendilerine sağladığı imtiyazlı alanları kaybetmek istemedikleri için kavgaya tutuşmuş aydınları mı eleştiriyor?
“Din” ve “Kemalizm” aynılığı üzerinden ahkam kesen Ahmet Altan şablonları çokça seviyor anlaşılan.
Önce kendince bir şablon çiziyor, sonra da karşısına aldığı Başbakanı onun içine oturtuyor. Arkasından da suçlamaları boca ediyor.
Bu mudur Allah aşkına aydın tavrı? “Dindar Kemalist!” tanımı, “sivil faşizm” suçlamasının bir başka versiyonu olarak duruyor karşımızda. Altan’ın sırf öç almak duygusuyla nereye doğru savrulduğuna bilmem dikkat çekmeye gerek var mı? Başbakan’ın iktidar aygıtını tıpkı Kemalistler gibi değişim isteyen aydınlara karşı kullandığını iddia etmek hem insafla bağdaşmaz, hem de hakikatle. Yani Başbakan Altan’ın dediği gibi “bilgi üreteni” lanetleyen Kemalistler gibi mi davranmaktadır, toplumu değiştirmek isteyen aydınları düşman gibi mi görmektedir? El insaf!
Cami ve kışla aynı şey mi?
Başbakan’ın açıklamaları ortada. Başbakan’ın sözlerinden bu sonucu çıkartmak için insanın içinin nefretle dolu olması gerekir. Altan’ın bu nefret dünyası ben soruyorum aydın olmakla bağdaşıyor mu hiç? Altan şöyle diyor: “Bugün dinin ve Kemalizmin tutucu özelliklerini bünyesinde toplayan Başbakan Erdoğan ve AKP yönetimi yeniden “aydın düşmanlığı”nı ön plana çıkartmaya, aydınlara karşı bir cihada girmeye uğraşıyor.” (Bkz. Taraf Gazetesi, “Aydın Düşmanlığı”, 2 Mayıs 2012) Hangi aydın? Nerede aydın düşmanlığı? Devletin sanatçılarının ve tiyatrolarının olmaması gerektiğini söylemek, Altan’ın karşı çıktığı bir anlayış ise eğer, yazsın ki bilelim.
Başbakan ancak Komünist ülkelerde görülebilecek bir devlet sanatçılığı anlayışına, yani anti demokratik olan derin bir statükoya karşı çıkıyor. Altan farklı düşünüyorsa çıksın söylesin, bilelim. Altan’ın arkaladığı sanatçılar, kendi verili iktidarlarını sürdürmek istiyorlar ve bu yüzden statükonun muhafızlığını yapıyorlar. Allah aşkına Altan’ın savunduğu o sanatçılardan hangisi sahiden demokratik bir değişim istiyor? Altan bir tek örnek versin de bilelim... Aydın fetişizmine gerek yok. Aydın düşmanlığına da.
Başbakanın yaptığı aydın düşmanlığı değil, devlet aydınları anlayışına yaslanan statükoya karşı demokratik bir başkaldırıdır. Herkesten önce Altan’ın bunu alkışlaması gerekmez mi?
Ahmet Altan 28 Şubat sürecinde “cami ile kışla arasında tercih yapmam!” anlayışını dillendiriyordu. Oysa ortada cami ile kışlanın bir kavgası yoktu. Ama Altan kendi pozisyonunu meşrulaştırmak adına böyle bir şablon uydurmayı gerekli görüyordu.
Oysa 28 Şubat’taki olay, darbecilerin demokrasiye kastetme girişimleriydi. “Cami” ve “kışla” metaforuyla izah edilebilecek bir kavga söz konusu değildi.
Altan bugün de bu somut olay üzerinden yanlış çıkarımlarda bulunmaktan kaçınmıyor. Başbakana karşı kişisel bir cihat ilan etmiş bulunuyor.
Dahası, Başbakanı kendisinin oluşturduğu bir şablonun içine oturtarak bunu yapıyor.
İlk Yorumu Yap